25 Aralık 2015 Cuma

ANLAM VEREMEDİĞİMİZ VE ÖĞRENMEK İSTEDİKLERİMİZ


Günışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır. 
Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer. 
Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçika'dan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir. 
Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonya'nın ishigaki Adası'nda 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır. 
Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür. 
Sahra çölündeki Tidikelt kasabasına on yıl boyunca hiç yağmur yağmamıştır. 
Mumyaların ayak parmakları tek tek sarılarak mumyalanmıştır. 
Dünyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almıştı.1878 yılının şubat ayında Connecticut New Haven'da yayımlanmıştı. 
Yataktan düşerek ölme olasılığı iki milyonda birdir. 
Ünlü çizgi film kahramanı Temel Reis, 1919 yılında Elzie Crisler Segar tarafından ortaya çıkarıldı.
İlk çamaşır makinesi 1907 yılında Hurley Machine Co. tarafından pazarlandı. 
Ay olmasaydı ne olurdu ? 
 0.002saniye uzardı. Dünyanın 23.5 derecelik ekseni ve mevsimler değişir.
 1.Göz mü kulak mı daha önemlidir?
Biliyorum bu soru kimsenin hoşuna gitmemiştir. Evet aslında sormak benim de hoşuma gitmedi. Ama çok kısa ve basit bir biçimde sağlığın değerini hatırlatmak istedim. İş gerçeğe dayandığında ne kadar zordur bunu bilemezsiniz. Ama bazen hayat acımasız olabiliyor.. Allah eksikliklerini kimseye vermesin.

2.Ana kaya yani kayaç, bir ya da birkaç mineralin birleşmesinden meydana gelmiş doğal bir oluşumdur. Kayacı oluşturan minerallerse, belli kimyasal bileşimlere sahip, çoğunlukla katı halde ve tekdüze bir yapıda bulunurlar. Kayaçlardan toprak oluşumu, oldukça uzun bir süreçtir. 1 cm kalınlığında bir toprak tabakasının oluşması için en az 300 ile 1000 yıl arasında bir süre gerekir. Önce taş ve çakıllar, ardından da toprak oluşur.

3..Elektrik kesildiğinde, jeneratörün olmadığı bir yerdeyseniz, ilk başta modem çalışmadığı için internetsiz kalıyoruz. Ayrıca masaüstü bilgisayarlar, televizyonlar ve aklınıza gelebilecek haber alabileceğiniz tüm mobil olmayan cihazları kullanamıyoruz.
Elektrik kesildiğinde, yaşanan sorunlardan etkilenmemenin basit ve pahalı bir çözümü var. Jeneratör almak. Ama bu yazımızda sizlere onu önermeyeceğiz.
 Kesintisiz güç kaynağı
İrili ufaklı, farklı boyutlarda satılan kesintisiz güç kaynakları, sadece masaüstü bilgisayarlar için gerekli bir şey gibi düşünülmesin
Bir kesintisiz güç kaynağı, elektrik kesildikten sonra boyutuna göre değşmekle beraber güçlü bir güç kaynağıysa 1 gün boyunca ADSL ya da Fiber modemi çalıştırabilir. Böylece internet sağlayıcının hizmeti kesilmediği sürece internete girmeye devam edebilirsiniz.Kesintisiz güç kaynağının diğer avantajı ise akıllı telefon ve notebookları şarj edebilmeniz. Özellikle kesintisiz güç kaynağı ile cihazlarınızı şarj edebilir, daha sonra mobil cihazları bir süre daha kullanabilirsiniz. Ayrıca internetsiz de kalmazsınız.
ADSL ya da fiber hizmeti aldığınız ISS'in hizmeti kesildi ya da kesintisiz güç kaynağıyla çalıştırdığınız modemi çalıştıran güç bitti. Ya da kesintisiz güç kaynağınız olmadığı için hiç bu imkanı kullanamadınız.
O zaman sizin hayatınızı kurtaracak detay mobil data. Bu tip durumlarda mobil şebekelere fazlasıyla yüklenildiği için performans düşse de yeteri kadar bir performans verebiliyor. En azından Twitter akışını takip edip, habersiz kalmazsınız. 

4.Hopörler nasıl ses çıkarıyor?

Aslında kulağımızı bir mikrofona benzetebiliriz. Mikrofon gelen ses dalgalarını elektriksel sinyallere çevirir. Kulağımız ise beynimiz tarafından algılanan sinyallere dönüştürür. Mikrofonun oluşturduğu elektriksel sinyaller ise hoparlör tarafından sese çevrilir.

5.Jacques Conte adlı bir Fran­sız, grafit tozu ile lüleci toprağı karı­şımından ilk kurşun kalemini yaptı.


Dünya'ya en yakın yıldız güneş'tir. 

Başkan John F. Kennedy, yirmi dakikada dört gazete okuyabilirdi. 

Tavuğun ne renk yumurtlayacağını kulak memelerinin rengine bakarak anlamak mümkün. Eğer kulak memeleri beyazsa yumurtası beyaz, kırmızıysa yumurtası kahverengi oluyor. 
En hızlı koşan kuş hangisidir?
Devekuşları dünyadaki en büyük kuşlardır.70 kilometrelik bir hıza ulaşabilmektedir.
Herkes evinde kalsa grip salgını biter mi?
Evet. Küresel bir karantina grip salgınının sonu olabilir ancak tek bir kişinin bile dışarı çıkması virüsün yeniden yayılmasına neden olur.
Sakız sonsuza dek midede kalır mı?
Hayır. Sakız, yutulduğunda sindirilemez ancak en geç üç gün içinde vücuttan atılır.
Kendi kendine konuşanlar deli mi?
Hayır. İnsanların yalnız ya da sıkıntılı olduğunda kendi kendilerine konuşması oldukça normal bir durumdur.
Çay içmek gerçekten harareti alır mı?
Evet. Sıcak içecekler vücudun kendisini olduğundan daha sıcak zannetmesine yol açar. Vücut daha çok terler ve bu da ısı kaybına yol açar.
Neden tek yumurta ikizlerinin parmak izleri birbirini tutmuyor?
Tek yumurta ikizleri aynı DNA’ya sahip olsalar da hücre-hücre aynı değildir, dış görünüşünüzü genleriniz belirlemez. Parmak izleri ise vücutta maruz kalınan hormonlara bağlıdır. İki hücrenin hormon seviyesi farklı olduğu için, parmak izleri de aynı olmaz.
Kuşlar gerçekten ıslanmaz mı?
Kuşlar gagalarında ürettikleri yağı alarak tüylerine sürer. Bu da suyun yağı geçerek tüylere ulaşmasını engeller. Yani kuş tüyleri suya dayanıklıdır.
Eşek arısı bal yapar mı?
Hayır. Eşekarıları yalnızca çiçek özlerini emer ve ve bu özü yavrularını beslemek için de kullanır.
Dijital fotoğraflar 100 yıl saklanır mı?
Kağıda basılır ya da güneş ışınlarından korunacak şekilde CD’de saklanırsa, evet.
Havaya atılan su buz olarak düşer mi?
Eksi 30 derecede havaya atılan su yere buz olarak düşer.
Neden ozon tabakasını, ozon gazıyla dolduramıyoruz?
Antarktika üzerindeki ozon deliğinin kapladığı alan, ABD’nin yüzölçümünden daha büyüktür ve buranın tekrar doldurulması için on milyonlarca ton ozon gerekir. Bu miktarda ozonun nakliyesinin maliyeti bile astronomik olur.
Mikroplara da mikrop bulaşır mı?
Evet. Mikroplara da bulaşan daha küçük mikroplar bulunuyor.


Kötü koku sinekleri neden çekiyor ? 

Kötü koku, çürümenin işaretidir. Bu da sineklerin rahatça üreyebileceği nemli ve yumuşak bir yer bulunduğunu gösterir. Kötü kokular özellikle dişi sinekleri çeker.

16 Aralık 2015 Çarşamba

GAZİ YAŞARGİL



Prof. Dr. Mahmut Gazi Yaşargil 
6 Temmuz 1925 yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesinde dünyaya gelen Prof. Dr. Mahmut 
Gazi Yaşargil, Türk tıp doktoru ve beyin cerrahıdır. Mikronörocerrahi kurucusudur
 ve mikrocerrahinin nöroşirüji alanında kullanılabilirliğini keşfetmiştir. Yaşargil, kendi
 tasarım araçları ile epilepsi ve beyin tümörleri tedavi etmiştir.
1999 yılında Nörolojik Cerrahlar Yıllık Toplantısı Kongresi’nde “1950-1999 Yüzyılın Nöroşirürji Uzmanı (Beyin Cerrahı)” olarak onurlandırıldı.
Anne tarafı karadenizden, baba tarafı Beypazarı’na ilk yerleşen Kayhan aşiretine men
sup aileye dayanır. Babası Asım bey 1924′te Diyarbakır Lice’ye kaymakam olarak atanır. 
Bu vesile ile orada dünyaya gelir. Lice’deyken iki yaşındaki İhsan abisi tifo yüzünden 
ölür. Gazi Yaşargil üç aylıkken, Annesi Sahavet hanım ve 4 yaşındaki ablası Selma 
ile birlikte babalarının tayini sebebiyle Ankara’ya taşındılar. Daha sonra, Erdem ve 
Günay adındaki kardeşleri de yurtdışında eğitim görerek tıp doktoru oldular. Erdem
 şimdi Basel’de karın cerrahisi profesörü. Günay ise Zürih’te nörofizyoloji profesörü.
İçinde bulunduğumuz yüzyılda beyin ve sinir cerrahisi konusunda çok büyük 
gelişmeler kaydedildiğini belirten Apuzzo, yazısında, “Bütün bu yüzyılı ikiye
ayırarak inceledik. 1900-1942 ve 1951-1999. Dergi’nin yayın kurulu, bu 2 dönem için
 2 ayrı önemli isim aradı. 2 yarı yüzyıl için toplam 340 isim belirlendi. Bu kişilerin
 seçiminde sadece bilimsel veriler değil hümanistik bir perspektiften bakıldı’’ 
dedi.“Gazi Yaşargil bizim aramızda yürüyen bir devdi” diyen Apuzzo, beyin
 ve sinir cerrahisinin, şu anda içinde bulunduğu durumu Harvey Cushing ile Gazi
 Yaşargil’e borçlu olduğunu söyledi. Apuzzo, Cushing ve Yaşargil’in beyin 
ve sinir cerahisinin bilimini ve sanatını kökten değiştirdiğini ifade etti. 74 yaşındaki 
Prof. Dr. Gazi Yaşargil meslek yaşamını ABD’de Arkansas Tıp Bilimleri Üniversi
tesi’nde sürdürüyor. Beyin dokusu ve damarsal yapıların ameliyatları konusunda çok 
sayıda yayını bulunan ve çeşitli ülkelerden binlerce doktora eğitim veren Prof. Dr. 
Gazi Yaşargil’in bilimsel makalelerinden bugüne yaklaşık 5 bin alıntı
 yapıldığı belirtiliyor.Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde 6 Temmuz 1925’de doğan Yaşargil, 
ilk ve orta okulu Ankara’da bitirdi. 1943’de Ankara Erkek Lisesi’nden mezun olduktan 
sonra tıp eğitimi için Almanya’ya gitti. Jena Thüringen Friedrich Schiller Üniversi
tesi’nde başladığı tıp eğitimine, İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında İsviçre 
Basel’deki fakültede devam etti. 1949’da buradan mezun olduktan sonra 
nöropsikiyatri, dahiliye ve genel cerrahi asistanlığı yaptı. 1953’de Zürih’de, Prof. 
Dr. Hugo Krayenbühl’ün yanında beyin cerrahisi çalışmaya başladı. 1953-64 yılları 
arasında çalışmalarını beyin damarları ve anjiyografisi üzerinde yoğunlaştırdı. 1965
 yılında ABD’de mikrovasküler laboratuvarında çalışmaya başladı. 14 aylık dönem 
boyunca, mikroskop altında beyin damarlarına müdehale olanaklarını araştırdı. 
1967’de Zürih’e döndü ve mikrocerrahi tekniklerini ameliyatlarında uygulamaya 
başladı ve başarılı oldu. Çalışmalarını sürdürdüğü Beyin Araştırma Enstitüsü’nde 
dünyanın her yerinden gelen beyin cerrahlarını eğitti. 25 yılda yaklaşık 3 bin hekim
 verdiği eğitimlerden yararlandı.1973 yılında ordinaryüs oldu. 1992’ye kadar klinik 
şefliği yaptı. 1993’de emekli oldu. Çalışmalarını ABD Arkansas’da sürdürüyor.

MEVLANA





Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanı
nı almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniy
le Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı.
Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüd
din Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdık
ları medreseye yerleşti.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna
bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise
 bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya da
vet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları i
le geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti.
Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'
nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yeri
ne defnedildi.

15 Aralık 2015 Salı

MİMAR SİNAN'IN HAYATI

mimar-sinan
Cırlas köyü Kayseri,1489/1490 – istanbul,1588). Mimar Sinan Yavuz Sultan Selimin oldugu zamanlarda devşirme olarak istanbul’a getirildi. Mimar Sinan Zeki , genç ve dinamik yapisi ile seçilenler arasinda oldu. Saraya verilen çocuklar içinde mimarliğa özen saldi.
Vatanin bağlarina bahçelerine su kanallari yapmak kemerler meydana getirmek istedi. Mimar Sinan Mahir ustalari izninde Hanlar, Çesmeler ve Türbe inşaatinda çaliştir. Mimar Sinan 1514 Çaldiran Savaşi, 1517 Misir Seferlerine katildi. Kanuni Sultan Süleymanin Olduğu zamanda yeniçeri olarak alindi. Ve 1521 Belgrad Seferine, 1522 Rodos Seferinde bulundu. ve Atli Sekban Oldu.
1532′de Alman, 1534′de Tebriz ve Bağdat seferlerinden dönüşte “Haseki” rütbesi aldı. Bağdat seferinde Van Kalesi Muhasarasında, göl üzerinde nakliyat yapan kalyonlara top yerleştirdi.Korfu, Pulya (1537) ve Moldovya (1538) seferlerine katılan Mimar Sinan, Moldovya (Kara Buğdan) seferinde Prut nehri üzerine onüç günde kurduğu köprü ile Kanunî Sultan Süleyman’ın takdirini kazandı. Aynı sene başmimarlığa yükseldi.
Mimar Sinan, katıldığı seferlerde Suriye, Mısır, Irak, İran, Balkanlar, Viyana’ya kadar Güney Avrupa’yı görüp mimari eserleri inceledi ve kendisi de birçok eser verdi. İstanbul’da devrin en meşhur mimarları ile Bayezid Camii’nin ustası Mimar Hayreddin ile  tanıştı.Toplam 369 eser yapmıştır.

Camiler

1. Süleymaniye Camii İstanbul
2. Şehzade Mehmet Camii İstanbul-Fatih
3. Ayasofya Camii-İstanbul-Sultanahmet
4. Mihrimah Sultan Camii - Edirnekapı
6. Selimiye Camii- Edirne Merkez’de
7. Sokullu Mehmed Paşa Camii-İstanbul-(Azapkapı)
8. Atik Valide Camii-İstanbul Üsküdar
9. Mustafa Paşa Camii-İstanbul-Eyüp
11. Bali Paşa Camii-İstanbul- Kasımpaşa
12. Kılıç Ali Paşa Camii-İstanbul-(Tophane’de),
13. Rüstem Paşa Camii Tekirdağ
14. Sinan Paşa Camii-İstanbul-Beşiktaş
Haseki Camii,
Rüstem Paşa Câmii (Tahtakale’de),
Sokullu Mehmet Paşa Câmii (Kadırga Limanında),
Sokullu Mehmet Paşa Câmii (Büyükçekmece)
Odabaşı Câmii (Yenikapı yakınında),
Hamâmî Hâtun Câmii (Sulumanastır’da),
Ferruh Kethüdâ Câmii (Balat Kapısı içinde),
Kara Camii – Sofya
Kazasker İvaz Efendi Camii (İstanbul’da)
Kılıç Ali Paşa Camii (Tophane’de),
Ahî Çelebi Câmii (İzmir İskelesi yakınında),
Ebü’l-Fazl Câmii (Tophâne üstünde),
Sinan Paşa Camii (Beşiktaş’ta),
Eski Vâlide Câmii (Üsküdar’da),
Ferhad Paşa Câmii (Çatalca’da),
Drağman Yunus Camii (İstanbul’da)
Gazi Ahmet Paşa Camii (Topkapı’da)
Hadım İbrahim Paşa Camii (Silivrikapı’da)
Abdurrahman Paşa Camii (Kastamonu, Tosya’da)
Behram Paşa Camii (Diyarbakır’da)
Molla Çelebi Camii (Fındıklı’da)
Nişancı Paşa Çelebi Câmii (Kiremitlik’te),
Piyale Paşa Camii
Rüstem Paşa Câmii – Tahtakale
Zâl Mahmûd Paşa Câmii – Eyüp
Çavuşbaşı Camii – Sütlüce
İskender Paşa Câmii (Kanlıca’da),
Şehzâde Cihangir Câmii (Tophâne’de),
Şemsi Paşa Camii (Üsküdar’da),
Osman Şah Vâlidesi Câmii (Aksaray’da),
Sultan Bâyezîd Kızı Câmii (Yenibahçe’de),
Ahmed Paşa Câmii (Topkapı’da),
Sokullu Mehmed Paşa Câmii (Havsa’da, Edirne),
Sokullu MehmedPaşa Câmii (Burgaz’da),
İbrâhim Paşa Câmii (Silivrikapı’da),
Bâli Paşa Câmii (Hüsrev Paşa Türbesi yakınında,
Hacı Evhad Câmii (Yedikule yakınında),
Kazasker Abdurrahmân Çelebi Câmii (Molla Gürânî’de),
Mahmûd Ağa Câmii (Ahırkapı yakınında),
Hoca Hüsrev Câmii (Kocamustafapaşa’da),
Defterdar Süleymân Çelebi Câmii (Üsküplü Çeşmesi yakınında),
Yunus Bey Câmii (Balat’ta),
Hürrem Çavuş Câmii (Yenibahçe yakınında),
Sinan Ağa Câmii (Kâdı Çeşmesi yakınında),
Süleymân Subaşı Câmii (Unkapanı’nda),
Kasım Paşa Câmii (Tersâne yakınında),
Muhiddin Çelebi Câmii (Tophâne’de),
Molla Çelebi Câmii (Tophâne Beşiktaş arasında),
Çoban Mustafa Paşa Câmii (Gebze’de),
Pertev Paşa Câmii (İzmit’te),
Rüstem Paşa Câmii (Sapanca’da),
Rüstem Paşa Câmii (Samanlı’da),
Rüstem Paşa Câmii (Bolvadin’de),
Rüstem Paşa Câmii (Rodoscuk’ta),
Mustafa Paşa Câmii (Bolu’da),
Ferhad Paşa Câmii (Bolu’da),
Mehmed Bey Câmii (İzmit’te),
Osman Paşa Câmii (Kayseri’de),
Hacı Paşa Câmii (Kayseri’de),
Cenâbî Ahmed Paşa Câmii (Ankara’da),
Lala Mustafa Paşa Câmii (Erzurum’da),
Sultan Alâeddin Selçûkî Câmii’nin (Çorum’da) yenilenmesi,
Abdüsselâm Câmii’nin (İzmit’te)yenilenmesi,
Kiliseden dönme Eski Câmi’nin (İznik’te)Sultan Süleymân tarafından yeniden yaptırılması,
Hüsreviye (Hüsrev Paşa)Câmii (Haleb’de),
Sultan Murâd Câmii (Manisa’da),
Orhan Câmii’nin (Kütahya’da)yenilenmesi,
Kâbe-i şerîf’in kubbelerinin tâmiri,
Hüseyin Paşa Câmii (Kütahya’da),
Sultan Selim Câmii (Karapınar’da),
Sultan Süleymân Câmii (Şam, Gök Meydanda),
Taşlık Câmii (Mahmûd Paşa için, Edirne’de),
Defterdar Mustafa Çelebi Câmii (Edirne’de),
Haseki Sultan Câmii (Edirne, Mustafa Paşa Köprüsü başında),
Cedid Ali Paşa Câmii (Babaeski’de),
Semiz Ali Paşa Câmii (Ereğli’de),
Bosnalı MehmedPaşa Câmii (Sofya’da),
Sofu Mehmed Paşa Câmii (Hersek’te),
Maktul Mustafa Paşa Câmii (Budin’de),
Firdevs Bey Câmii (Isparta’da),
Memi Kethudâ Câmii (Ulaşlı’da),
Tatar Han Câmii (Kırım, Gözleve’de),
Vezir Osman Paşa Câmii (Tırhala’da),
Rüstem Kethüdâsı Mehmed Bey Câmii (Tırhala’da),
Mesih Mehmed Paşa Câmii (Yenibahçe’de).

Medreseler

1. Rüstem Paşa Medresesi-İstanbul-Fatih
2. Semiz Ali Paşa Medresesi-İstanbul-Fatih
Sultan Süleymân Medresesi (Mekke’de),
Süleymâniye Medreseleri (İstanbul’da),
Yavuz Sultan Selim Medresesi (Halıcılar Köşkünde),
Sultan Selim Medresesi (Edirne’de),
Sultan Süleymân Medresesi (Çorlu’da),
Şehzâde Sultan Mehmet Medresesi (İstanbul’da),
Haseki Sultan Medresesi (Avratpazarı’nda),
Vâlide Sultan Medresesi (Üsküdar’da),
Kahriye Medresesi (Sultan Selim yakınında),
Mihrimah Sultan Medresesi (Üsküdar’da),
Mihrimah Sultan Medresesi (Edirnekapı’da),
MehmedPaşa Medresesi (Kadırga’da),
MehmedPaşa Medresesi (Eyüp’te),
Osman Şah Vâlidesi Medresesi (Aksaray yakınında),
Rüstem Paşa Medresesi (İstanbul’da),
Ali Paşa Medresesi (İstanbul’da), 17i.lşiplş.ml.çmö)AhmedPaşa Medresesi (Topkapı’da),
Sofu MehmedPaşa Medresesi (İstanbul’da),
İbrâhim Paşa Medresesi (İstanbul’da),
Sinân Paşa Medresesi (Beşiktaş’ta),
İskender Paşa Medresesi (Kanlıca’da),
Kasım Paşa Medresesi,
Ali Paşa Medresesi (Babaeski’de),
Mısırlı Mustafa Paşa Medresesi (Gebze’de),
Ahmed Paşa Medresesi (İzmit’te),
İbrâhim Paşa Medresesi (Îsâ Kapısında),
Şemsi Ahmed Paşa Medresesi (Üsküdar’da),
Kapı Ağası Mahmûd Ağa Medresesi (Ahırkapı’da),
Kapıağası Câfer Ağa Medresesi (Soğukkuyu’da),
Ahmed Ağa Medresesi (Çapa’da),
Hâmid Efendi Medresesi (Filyokuşu’nda),
Mâlûl Emir Efendi Medresesi (Karagümrük’te),
Ümm-i Veled Medresesi (Karagümrük’te),
Üçbaş Medresesi (Karagümrük’te),
Kazasker Perviz Efendi Medresesi (Fâtih’te),
Hâcegizâde Medresesi (Fâtih’te),
Ağazâde Medresesi (İstanbul’da),
Yahya Efendi Medresesi (Beşiktaş’ta),
Defterdar Abdüsselâm Bey Medresesi (Küçükçekmece’de),
Tûtî Kâdı Medresesi (Fâtih’te),
Hakîm Mehmed Çelebi Medresesi (Küçükkaraman’da),
Hüseyin Çelebi Medresesi (Çarşamba’da),
Şahkulu Medresesi (İstanbul’da),
Emin Sinân Efendi Medresesi (Küçükpazar’da),
Yunus Bey Medresesi (Draman’da),
Karcı Süleyman Bey Medresesi,
Hâcce Hâtun Medresesi (Üsküdür’da),
Defterdar Şerifezâde Medresesi (Kâdıçeşmesi’nde),
Kâdı Hakîm Çelebi Medresesi (Küçükkaraman’da),
Kirmasti Medresesi,
Sekban Ali Bey Medresesi (Karagümrük’te),
Nişancı MehmedBey Medresesi (Altımermer’de),
Kethüdâ Hüseyin Çelebi Medresesi (SultanSelim’de),
Gülfem Hâtun Medresesi (Üsküdar’da),
Hüsrev Kethüdâ Medresesi (Ankara’da),
Mehmed Ağa Medresesi (Çatalçeşme’de).

Külliyeler

1. Süleymaniye Külliyesi-İstanbul-Fatih
Haseki Külliyesi
Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi

Dârülkurrâlar

1. Atik Valide Sultan Darülkurrası-İstanbul-Üsküdar
Sultan Süleyman Han Dârülkurrâası (İstanbul’da),
Vâlide Sultan Dârülkurrâsı (Üsküdar’da),
Hüsrev Kethüdâ Dârülkurrâsı (İstanbul’da),
Mehmed Paşa Dârülkurrâsı (Eyüp’te),
Müftü Sa’di Çelebi Dârülkurrâsı (Küçükkaraman’da),
Sokullu Mehmet Paşa Dârülkurrâsı (Eyüp’te),
Kâdızâde Efendi Dârülkurrâsı (Fâtih’te).

Dârüşşifâlar

Haseki Sultan Dârüşşifâsı (Haseki’de),
Vâlide Sultan Dârüşşifâsı (Üsküdar’da)

Türbeler

1. Şehzade Mehmet Türbesi-İstanbul-Fatih
2. Kanuni Sultan Süleyman Türbesi-İstanbul-Fatih
3. Arap AhmedPaşa Türbesi (Fındıklı’da),
Yahya Efendi Türbesi (Beşiktaş’ta),
Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi (Beşiktaş’ta),
Arap AhmedPaşa Türbesi (Fındıklı’da),
Sultan Süleymân Türbesi (Süleymaniye’de),
Şehzâde Sultan MehmedTürbesi (Şehzâdebaşı’nda),
SultanSelim Türbesi (Ayasofya civârında),
Hüsrev Paşa Türbesi (Yenibahçe’de),
ŞehzâdelerTürbesi (Ayasofya’da),
Vezir-i âzam RüstemPaşa Türbesi (Şehzâde Türbesi yakınında),
Ahmed Paşa Türbesi (Eyüp’te),
MehmedPaşa Türbesi (Topkapı’da),
Çocukları için inşâ ettiği türbe,
Siyavuş Paşa Türbesi (Eyüp’te),
Siyavuş Paşanın çocukları için yapılan türbe (Eyüp’te),
Zâl Mahmûd Paşa Türbesi (Eyüp’te),
Şemsi Ahmed Paşa Türbesi (Üsküdar’da),
Kılıç Ali Paşa Türbesi (Tophâne’de),
Pertev Paşa Türbesi (Eyüp’te),
Şâh-ı Hûban Türbesi (Üsküdar’da,
Haseki Hürrem Sultan Türbesi (Süleymaniye’de).

Hamamlar

1. Atik Valide Sultan Hamamı-İstanbul-Üsküdar
2. Kılıç Ali Paşa Hamamı-İstanbul-Beyoğlu, Tophane
2. Hürrem Sultan Hamamı-İstanbul Sultanahmet
4. Hürrem Sultan Hamamı-Mihrimah Sultan Hamamı Edirnekapı
6. Haseki Sultan Hamamı (Bahçekapı’da),
SultanSüleymân Hamamı (İstanbul’da),
Süleymaniye Hamamı (Süleymaniyede),
Üç Kapılı Hamam (Topkapısarayında),
Üç Kapılı Hamam (Üsküdar Sarayında),
Haseki Sultan Hamamı (Yahudiler içinde),
Vâlide SultanHamamı (Karapınar’da),
Vâlide SultanHamamı (Cibâli Kapısında),
Mihrimah SultanHamamı (Edirnekapı’da),
Lütfi Paşa Hamamı (Yenibahçe’de),
MehmedPaşa Hamamı (Galata’da),
MehmedPaşa Hamamı (Edirne’de),
Kocamustafapaşa Hamamı (Yenibahçe’de),
İbrâhim Paşa Hamamı (Silivrikapı’da),
Kapıağası Yâkub Ağa Hamamı (Sulumanastır’da),
Sinân Paşa Hamamı (Beşiktaş’ta),
Molla Çelebi Hamamı (Fındıklı’da),
Kaptan Ali Paşa Hamamı (Tophâne’de),
Kaptan Ali Paşa Hamamı (Fenerkapı’da),
Müfti Ebüssü’ûd Efendi Hamamı (Mâcuncu Çarşısında),
Mîrmirân Kasımpaşa Hamamı (Hafsa’da),
Merkez Efendi Hamamı (Yenikapı dışında),
Nişancı Paşa Hamamı (Eyüp’te),
Hüsrev Kethüdâ Hamamı (Ortaköy’de),
Hüsrev Kethüdâ Hamamı (İzmit’te),
Hamam (Çatalca’da),
RüstemPaşa Hamamı (Sapanca’da),
Hüseyin Bey Hamamı (Kayseri’de),
Sarı Kürz Hamamı (İstanbul’da),
Hayreddin Paşa Hamamı (Zeyrek’te),
Hayreddin Paşa Hamamı (Karagümrük’te),
Yâkub Ağa Hamamı (Tophâne’de),
Haydar Paşa Hamamı (Zeyrek’te),
İskender Paşa Hamamı,
Odabaşı Behruzağa Hamamı (Şehremini’de),
Kethüdâ Kadın Hamamı (Akbaba’da),
Beykoz Hamamı,
Emir Buhârî Hamamı (Edirnekapı dışında),
Hamam (Eyüp’te),
Dere Hamamı (Eyüp’te),
Sâlih Paşazâde Hamamı (Yeniköy’de),
Sultan Süleymân Hamamı (Mekke’de),
HayreddinPaşa Hamamı (Tophâne’de),
Hayreddin Paşa Hamamı (Kemeraltı’nda),
Rüstem Paşa Hamamı (Cibâli’de),
Vâlide SultanHamamı (Üsküdar’da)
Sultan Hamamı (Manisa’da)

İmâretler

1. SultanSüleymân İmâreti (Süleymaniye’de),
2. Haseki Sultan İmâreti (Mekke’de),
3. Haseki Sultan İmâreti (Medîne’de),
SultanSüleymân İmâreti (Süleymaniye’de),
Haseki Sultan İmâreti (Mekke’de),
Haseki Sultan İmâreti (Medîne’de),
Mustafa Paşa Köprüsü başında bir imâret (Edirne’de),
SultanSelim İmâreti (Karapınar’da),
SultanSüleymân İmâreti (Şam’da),
Şehzâde Sultan Mehmed İmâreti (İstanbul’da),
SultanSüleymân İmâreti (Çorlu’da),
Vâlide Sultan İmâreti (Üsküdar’da),
Mihrimah Sultan İmâreti (Üsküdar’da),
Sultan Murâd İmâreti (Manisa’da),
Rüstem Paşa İmâreti (Rodoscuk’ta),
Rüstem Paşa İmâreti (Sapanca’da),
MehmedPaşa İmâreti (Burgaz’da),
MehmedPaşa İmâreti (Hafsa’da),
Mustafa Paşa İmâreti (Gebze’de),
MehmedPaşa İmâreti (Bosna’da).

Su Yolları Kemerleri

1. Bend Kemeri (Kağıthâne’de),
2. Uzun Kemer (Kemerburgaz’da),
3. Mağlova Kemeri(Kemerburgaz’da),
4. Gözlüce Kemer (Cebeciköy’de),
5. Müderris köyü yakınındaki kemer (Kemerburgaz’da).
6. Kırık Kemer

Köprüler

1. Büyük çekmece Köprüsü,
2. Silivri Köprüsü,
3. Mustafa Paşa Köprüsü (Meriç üzerinde),

Kervansaraylar

1. Kervansaray (Sultan Süleymân İmâreti yakınında),
2. Kervansaray (Büyükçekmece’de),
3. RüstemPaşa Kervansarayı (Rodosçuk’ta),
4. KebecilerKervansarayı (Bitpazarı’nda),
Büyükçekmece Köprüsü ,
Silivri Köprüsü, (Sultan Süleyman Köprüsü)
Mustafa Paşa Köprüsü (Meriç üzerinde),
Sokullu Mehmed Paşa Köprüsü (Tekirdağ’da),
Odabaşı Köprüsü (Halkalıpınar’da),
Kapıağası Köprüsü (Büyükçekmece’de),
MehmedPaşa Köprüsü (Sinanlı’da),
Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü (Drina Köprüsü)
Sultan Süleyman Köprüsü (Dilovası’nda)

Saraylar

1. Saray-ı atîk tâmiri (Beyazıt’ta),
2. Saray-ı cedîd-i hümâyûn tâmiri (Topkapı’da),
3. Üsküdar Sarayının tâmiri (Üsküdar’da),
4. Galatasarayın eski yerine yeniden inşâsı (Galatasaray’da),
Saray-ı atîk tâmiri (Beyazıt’ta),
Saray-ı cedîd-i hümâyûn tâmiri (Topkapı’da),
Üsküdar Sarayının tâmiri (Üsküdar’da),
Galatasarayın eski yerine yeniden inşâsı (Galatasaray’da),
Atmeydanı Sarayının yeniden inşâsı (Atmeydanı’nda),
İbrahim Paşa Sarayı (At Meydanı)
Yenikapı Sarayının yeniden inşâsı (Silivrikapı’da),
Kandilli Sarayının yeniden inşâsı (Kandilli’de),
Fenerbahçe Sarayının yeniden inşâsı (Fenerbahçe’de),
İskender Çelebi Bahçesi Sarayının yeniden inşâsı (İstanbul şehir dışında),
Halkalı Pınar Sarayının yeniden inşâsı (Halkalı’da),
Rüstem Paşa Sarayı (Kadırga’da),
MehmedPaşa Sarayı (Kadırga’da),
Mehmed Paşa Sarayı (Ayasofya yakınında),
MehmedPaşa Sarayı (Üsküdar’da),
Rüstem Paşa Sarayı (Üsküdür’da),
Siyavuş Paşa Sarayı (İstanbul’da),
Siyavuş Paşa Sarayı (Üsküdar’da),
Siyavuş Paşa Sarayı (yine Üsküdar’da),
Ali Paşa Sarayı (İstanbul’da),
AhmedPaşa Sarayı (Atmeydanı’nda),
Ferhad Paşa Sarayı (Bâyezîd civârında),
Pertev Paşa Sarayı (Vefâ Meydanında),
SinânPaşa Sarayı (Atmeydanı’nda),
Sofu MehmedPaşa Sarayı (Hocapaşa’da),
Mahmûd Ağa Sarayı (Yenibahçe’de),
MehmedPaşa Sarayı (Halkalı yakınında Yergöğ’de),
Şâh-ı Hûbân Kadın Sarayı (Kasımpaşa Çeşmesi yakınında),
Pertev Paşa Sarayı (şehrin dışında),
AhmedPaşa Sarayı (şehrin dışında),
AhmedPaşa Sarayı (Taşra Çiftlik’te),
AhmedPaşa Sarayı (Eyüp’te),
Ali Paşa Sarayı (Eyüp’te),
MehmedPaşa Sarayı (şehrin dışında, Rüstem Çelebi Çiftliğinde),
Mehmed Paşa Sarayı (Bosna’da),
Rüstem Paşa Sarayı (İskender Çelebi Çiftliğinde).

Mahzenler

1. Buğday mahzeni (Galata Köşesinde),
2. Zift Mahzeni (Tersâne-i Âmirede),
3. Anbar (sarayda),

Anbar (Has Bahçe Yalısında),
Mutbak ve kiler (sarayda),
Mahzen (Unkapanı’nda),
İki adet anbar (Cebehâne yakınında),
Kurşunlu Mahzen (Tophâne’de).

14 Aralık 2015 Pazartesi

İBNİ SİNA'NIN HAYATI

İbn-i Sina
Büyük Türk bilginidir. Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler.
İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir. Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti. Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı. Pek az uyurdu. Kafası öylesine doluydu ki, uyanık iken çözemediği bir takım meseleleri uykusunda çözer ve uyandığı zaman cevaplandırılmış bulurdu.Bir keresinde, Aristo metafiziğini inceliyordu. Defalarca okuduğu halde bir türlü esasını kavrayamamıştı. Buhara çarşısında gezerken sergide bir kitap gördü. Mezat tellâlı, bunu satın almasını, bu sayede birçok meseleyi kolayca halledebileceğini söyledi. Bir mezat tellâlının bildiği kitabı bilememek, İbni Sînâ'ya çok güç geldi. Onun okuma huyunu herkes öğrendiği için, bilhassa kitap satıcıları kendisini tanıyorlardı. İbni Sînâ, kendisine tavsiye edilen Fârabî'nin Aristo'ya ait şerhini satın aldı. Bir defa okumakla, o çözemediği noktaların büyük bir açıklığa kavuştuğunu gördü: “Şükür sana Yârabbi!” diye secdeye kapandı ve Fârabî'nin yolunda fukaralara sadaka dağıttı. Oysa, İbni Sinâ doğduğu zaman Fârabî otuz yaşındaydı ve bu olay geçtiği sırada da hayattaydı. Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğulları sarayının kütüphenisinde çalışma iznini aldı. Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi. Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ'dan ayrılarak Harzem'e gitti: EI-Bîrûni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun çalışkanlığına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı. Bu yüzden takibata bile uğradı. Harzem'de barınamayarak yeniden yollara düştü. Şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedan'a kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi. 
İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı. Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapça'dır. Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak âdetti. Arapça'ya bu bakımdan değer verilirdi. Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur. Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir. Kendisinden sonra yetişen Gazâli, Fârabî'yi' ondan öğrenmiştir. Düşünce ve anlayış bakımından İbn-i Sina, Farabî ile İmam Gazâlî arasında bir köprü vazifesi görür. Yunan felsefesini İslâm ilmi olan Kelâm ile, yâni Tanrı bilgisiyle bağdaştırmaya uğraşmıştır. Eğer o gelmeseydi, Farabî'nin kurduğu temel Gazâli'nin yorumuyla gelişemeyecek, arada büyük bir boşluk hasıl olacaktı. 
Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ, yanlış olarak bir süre Avrupa'da İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır. Bunun da sebebi, eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır... Bununla beraber, batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir. 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ, resmî saray doktorluğu da yapmıştır. Ama şöhreti her ne kadar tip ilmiyle ilgiliyse de asıl kişiliği, Ortaçağda uzun süre tartışma konusu olan Tanrı varlığının mutlak bir zorunluluk olduğu konusundaki Kelâm meselelerine getirdiği kesin çözüm yolundan ileri gelmektedir. 
Matematik, astronomi, geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır. İnsan bilgisinin Tanrıyı ve kâinatı mutlak şekilde anlamaya elverişli olmadığını söylerken, aklın varlığını kabul eder. İnsandan bağımsız bir ruhun varoluşu, İbni Sînâ'ya göre Tanrıdan yansıyan bir delildir. İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir. 
Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir. Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fi’t-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir. Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo’nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü’l-İnsâf’ı başta gelen eserlerindendir.İbni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşiflerde bulundu. Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina’nın büyük yardımı olduğunu söyler.Bu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu. Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı. Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır. 
İbni Sina, 1037 tarihinde Hemedan’da mide hastalığından öldü. 
İbn-i Sina’nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır. Onun tıp şaheseri, kısaca Kanûn diye bilinen el-Kanûn Fi’t-Tıb adlı büyük kitabıdır. Eser, fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır. Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sina’nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıkların ‘mikrop’ mefhumuna benzer yaratıklarca meydana getirildiğini sezebildiğini görürüz. İbn-i Sina’nın Kanûn adlı eseri XII. yüzyılda Latince’ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma’nın Galen’i de, Er Razi’de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa’sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain Üniversiteleri’nin temel kitabı Kanûn oldu. Durum XVII. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa’nın tıp hocası oldu. Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi’nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina’nın Kanûn’u yer almıştır. 
Bugün hala Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki Müslüman doktorun duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar. Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Razi’ye aittir.
İslam filozofu. Aristotelesçi felsefe anlayışını İslam düşüncesine göre yorumlayarak, yaymayaçalışmış, görgücü-usçu bir yöntemin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Buhara yakınlarında Hormisen'de doğdu, 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü. Gerçek adı Ebu'l-Ali el-Hüseyin b. Abdullah İbn Sina'dır. Babası, Belh'ten göçerek Buhara'ya yerleşmiş, Samanoğulları hükümdarlarından II. Nuh döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış olan Abdullah adlı birisidir. İbn Sina, önce babasından, sonra çağın önde gelen bilginlerinden Natilî ve İsmail Zahid'den mantık, matematik, gökbilim öğrenimi gördü. Bir süre tıpla ilgilendi, özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini araştırdı, sağıltımla uğraştı. Bu alandaki başarısı nedeniyle, II. Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak önem kazandı.
İbn Sina'nın felsefeye karşı ilgisi deney bilimleriyle başlamış, Aristoteles ve Yeni-Platoncu görüşleri incelemekle gelişmiştir. İslam ve Yunan filozoflarının görüşlerini yorumlayan ve eleştiren İbn Sina'nın ele aldığı sorunlar genellikle, Aristoteles ve Farabi'nin düşünceleriyle bağımlıdır. Bunlar da, bilgi, mantık, evren (fizik), ruhbilim, metafizik, ahlak, tanrıbilim ve bilimlerin sınıflandırılmasıdır. Belli bir düşünce dizgesine göre yapılan bu düzenlemede her sorun bağımsız olarak ele alınıp çözümüne çalışılır.
Bilgi sezgi ile kazanılan kesin ilkelere göre sonuçlama yoluyla sağlanır. Bu nedenle, bilginin gerçek kaynağı sezgidir. Bilginin oluşmasında deneyin de etkisi vardır, ancak bu etki usun genel geçerlik taşıyan kurallarına uygundur. Ona göre "bütün bilgi türleri usa uygun biçimlerden oluşur." Bilginin kesinliği ve doğruluğu usun genel kurallarıyla olan uygunluğuna bağlıdır. Us kuralları, insanın anlığında doğuştan bulunan, değişmez ve genel geçerlik taşıyan ilkelerdir. Sonradan, duyularla kazanılan bilgi için de bu kurallara uygunluk geçerlidir. Deney verileri us ilkelerine göre, yeni bir işlemden geçirilerek biçimlenir, onların bundan öte bir önem ve anlamı yoktur. Çelişmezlik, özdeşlik ve öteki varlık ilkeleri, usta bulunur, deneyden gelmez.
İbn Sina'ya göre varlık, tasarlamakla bağlantılıdır. Bütün düşünülenler vardır ve var olanlar tasarlanabilen düşünülür biçimlerdir (makuller). Bu nedenle, düşünmekle var olmak özdeştir. Atomcu görüşün ileri sürdüğü nitelikte bir boşluk yoktur. Uzay ise, bir nesnenin kapladığı yerin iç yüzüdür. Varlık kavramı altında toplanan bütün nesnelerin değişmeyen, sınır ve niteliklerini koruyan belli bir yeri vardır. Devinme, bir nesnenin uzayda eyleme geçişidir.
Mantık insanı gerçeklere ulaştırmaz, yalnız birtakım yanılmalardan korur. Düşünme yetisi gerçeği kavramak için mantıktan geçici bir araç olarak yararlanır. Düşünme eyleminin sağlıklı olması için mantık, ilkeler ve kurallar koyabilir, anlıkta bulunan ve bilinen bilgilerden yola çıkarak, bilinmeyenleri saptama olanağı sağlar. Bu özelliği nedeniyle, mantık, düşünmenin genel kurallarını bulan, düzenleyen, bu kurallar arasındaki gerekli bağlantıyı ve birliği kuran bir bilimdir. Mantık kuralları, genel geçerlik taşıyan ve değişmeyen kesin kurallardır. Mantığın kavramlar ve yargılar olmak üzere iki alanı vardır. Her bilimsel bilgi ya kavram ya da yargılara dayanır. Kavram, ilk bilgidir ve terim ya da terim yerine geçen bir nesneyle kazanılır. Yargı ise, tasımla kazanılır.
Mantığın konusu incelenirken, tanım temel alınmalıdır. Tanımlar birbirlerine bağlandıklarında, kanıt ve çıkarıma varılır. Kavram, önce tekil bir algıdır (sezgi). Yargı ise, iki tekil terim arasındaki ilişkidir. Kavramlar, açık ve kapalı belirleme olarak ikiye ayrılır. Varlığın, töz, nicelik, nitelik, ilişki, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgi gibi on kategorisi vardır.
İbn Sina mantığında en önemli yeri tanım tutar. Bir kavramı tanımlamak için, bu kavramın bireylerinden biri göz önüne alınmalıdır. Tikelin belirlenmesi tümelden kolaydır. Eksiksiz bir tanım yakın cins ile yapılmalıdır. En yetkin tanımsa, kavramın yakın cinsi ile türsel ayrımdan oluşur. Tanım ikiye ayrılır; Gerçek tanım ve sözcük tanımları.
Önermeler, yüklemli ve koşullu olabilirler. Yüklemli önerme, bir düşünce ötekine yüklendiği zaman ya onaylanır ya da yadsınır. Koşullu önermeler, bir ötekinin koşulu ya da sonucu olarak bağlanan terimlerde görülür. Önermeler varsayımlı, nitelik ve nicelikleri bakımından, tekil, belirsiz ve belirli olur. Tasım, bitişik ve ayrık olmak üzere ikiye ayrılır. Bitişik tasımların öncüleri anlam bakımından, sonuç önermesini içerir. Ayrık tasımlarda ise sonuç önermesi öncüllerde bulunabilir.
Tümeller, bütün varlık türlerinin oluşumundan önce, Tanrı düşüncesinde, birer tanrısal kavram olarak vardır. Varlıkların oluş nedeni ve onlara biçim kazandıran tümellerdir. Tümeller Tanrı'da ussal olarak bulunan, nesnelerde ve bireylerde içkin olan, öteki de nesnelerin dışında ve anlıkla birlikte olan mantıksal tümel diye üçe ayrılır. Birinci türe giren tümel, metafiziği ilgilendirir. İbn Sina fiziği, metafiziğe giriş olarak düşünür.
Fiziğin konusu madde ve biçimden oluşan nesnelerdir. Biçim, maddeden önce yaratılmıştır. Maddeye bir töz özelliği kazandıran biçimdir. Maddeden sonra ilinek gelir. Biçimler maddeye, ilinekler ise, töze katılır. Doğal nesneler kendi öz ve nitelikleriyle bilinir. Bütün nitelikler de birinci nitelikler ve ikinci nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır. Birinci nitelikler nesnelere bağlıdır, ikinciler ise, nesnelerden ayrı olarak varlığını sürdürür. İbn Sina'ya göre, nesnel evrende bulunan güç ve devinimin temelini ikinci nitelikler oluşturur. Nesneler, kendilerinde bulunan gizli güçle devinime geçerler. Bu güç ise, doğal güç, öznel güç, tinsel güç olmak üzere üç türlüdür. Doğal güç, nesnede doğal biçim ve yerlerle ilgili nitelikleri taşır. Çekim ve ağırlık bu türdendir. Öznel güç, nesneyi devingen ya da durağan duruma getirir. Bunda da, bilinçli ya da bilinçsiz olma özelliği bulunur. Tinsel güç, herhangi bir organın, aracın yardımı olmaksızın doğrudan doğruya bir istençle eylemde bulunmaktadır. Buna, gökkatlarının özleri adı da verilir. İbn Sina'nın geliştirdiği bu güç kuramının kaynağı Aristoteles ve Yeni-Platonculuk'tur. Ancak, o bu güçlerin sonsuz olduğu kanısında değildir. Ona göre, zaman ve devinim kavramları da birbirine bağlıdır, çünkü, devinimin bulunmadığı, algılanmadığı bir yerde zaman da yoktur.
İbn Sina'nın felsefesinde, Aristotelesi'in geliştirdiği düşünce dizgesine uygun olarak, ruh kavramının önemli bir yer tuttuğu görülür. Ona göre, biri bitkisel, öteki insanla ilgili olmak üzere, iki türlü ruh vardır. İnsan ruhu, gövdeye gereksinme duymadan, doğrudan doğruya kendini bilir, bu nedenle, tinsel bir tözdür. Gövdeyi devindiren, ona dirilik kazandıran bu tözün başka bir özelliği de, yetkin düşünme yeteneği anlık olmasıdır. Düşünme eylemi yaratan ruhtur, o gövdeyi gerektirmez, ancak gövde var olabilmek için tini gereksinir. İnsan ruhu gövde biçiminde değildir, usa uygun biçimleri kavramaya elverişli bir töz olduğundan, gövdesel yapıda yer alamaz. Gövde, bölünebilen öğelerden oluşmuş bir bütündür, oysa tin, bir birliktir, bölünmeye elverişli değildir, sürekli olarak özünü ve birliğini korur. Tin, bütün izlenimleri gövde aracılığıyla alır, anlık yoluyla kavramları, kavramlara dayanarak usa vurmayı oluşturur. Bu yüzden, gövdeyle dolaylı bir bağlantısı vardır. Ancak, bu bağlantı tin için bir oluş koşulu değildir.
Canlı sorununa, gözleme dayalı bir ruhbilim anlayışıyla çözüm arayan İbn Sina'ya göre dirilik bir bileşimdir. Doğal organların, göksel güçler yardımıyla bileşmesinden canlılar ortaya çıkar. Bu olay da, belli aşamalara uygun olarak gerçekleşir. İlk ortaya çıkan canlı bitkidir. Bitkide tohumla üreme, beslenme ve büyüme güçleri vardır. İkinci aşamada ortaya çıkan hayvanda ise, kendi kendine devinme ve algı güçleri bulunur. Devinme gücünden isteme ve öfke doğar. Algı gücü de, iç ve dış algı olmak üzere ikiye ayrılır. İnsan özü doğal evrim sürecinde en üst düzeyde gerçekleşmiş bir oluşumdur, bu nedenle, öteki varlıklardan ayrılır. İnsanda dış algı duyumlarla, iç algı da , beynin ön boşluğunda bulunan ortak duyu ile sağlanır. Duyularla alınan izlenimler bu ortak duyu ile beyne gider. Beynin, ön boşluğunda sonunda, tasarlama yetisi bulunur. Bu yeti duyu izlenimlerini sağlamaya yarar. İnsan için en önemli olan düşünen öz yapıcı ve bilici güçlerle donatılmıştır. Yapıcı güç (us) gerekli ve özel eylemler için gövdeyi uyarır. Bilici güç ise, yapıcı gücü yönlendirir. Özdekten ayrılan tümel biçimlerin izlerini alır. Bu biçimler soyutsa onları kavrar, değilse soyutlayarak kavrar. İnsanda iyiyi kötüden, yararlıyı yararsızdan ayıran yapıcı güçtür, bu nedenle bir istenç niteliğindedir.
Us konusunda İbn Sina ayrı bir düşünce ortaya atmıştır. Ona göre us beş türlüdür. Özdeksel us, bütün insanlarda ortak olup, kavramayı, bilmeyi sağlayan bir yetenektir. Bir yeti olarak işlek us, yalın, açık ve seçik olanı bilir, eyleme yöneliktir, durağan bir güç niteliğinde değildir. Eylemsel us, kazanılmış verileri kavrar ve ikinci aşamada bulunan ustan daha üstündür. Kazanılmış us, kendisine verilen ve düşünebilen nesneleri bilir. Aşama bakımından usun olgunluk basamağında bulunur. Bu aşamada usun kavrayabileceği konular kendi özünde de vardır. Kutsal us, usun en yüksek aşamasıdır. Bütün varlık türlerinin özünü, kaynağını, onları oluşturan gücü, başka bir aracıya gereksinme duymadan, bir bütünlük içinde kavrar.
İnsan, ayrıntıları duyularla algılar, tümelleri usla kavrar. Tümelleri kavrayan yetkin us, nesneleri anlama yeteneği olan etkin usa olanak sağlar. İnsan usunun algıladığı ayrıntılar, kendi varlıkları dolayısıyla değil, nedenleri yüzünden vardır. Us, bu kavranabilir nesneleri kazanabilmek için ilkin duyu verilerinden yararlanır. Sonra duyu verilerini usun genel kurallarına göre işlemden geçirir, yargıları ortaya koymada onları aşar.
Yaratılış konusunda İbn Sina, varlığın sıralı düzeninde, "bir'den bir çıkar" ilkesine dayanır. İlk "bir", zorunlu varlık, Tanrı'dır. O'nun varlığı yalnız kendisini gerektirir. Var olma, Tanrı'nın özünden gelen gerekimdir. İlk neden ilk gerçekliktir. Tanrı'dan ilk us ortaya çıkar. Çokluk bu usla başlar. Bundan da felek ve nefsin usları türer. Her ustan da, o usun özü ve cismi oluşur. Us cismi aracısız olarak devindiremeyeceği için, uslar sırasının sonunda etkin us, akıl bulunur. Ondan da dünya ile ilgili nesnelerin maddesi, cisimlerin biçimleri ve insan özleri doğar. Etkin us, tümünün yöneticisidir. Yaratılış önsüzdür ve yeri de maddedir. Madde, soyut ve tüm varlığın öncesiz olanı, nefsin eylem alanı, sınırı ve tüm parçaların kaynağıdır. İlk us, kendisini ve zorunlu varlığı bilir. Buradan ikilik doğar. İlk us kendinde olanaklı, ilk varlık için ise zorunludur. Her tikel feleğin ilk kımıldatıcısı vardır. İlk kımıldatıcıları eyleme sokan tinsel varlıklardır. Her feleğin de iyiliğini düşünen kımıldatıcı bir nefsi vardır. Nefsin eylemi, etkin usa ulaşır.
Evrenin varlığı, zorunlu olan, Tanrı'yı gerektirir. Başka bir varlığın etkisiyle var olan evren sonsuz olamaz. Devinme, nesnenin özünde saklı güçten doğar. Her nesnenin özünde devindirici bir güç vardır. Nesne kendini kendinin etkin öznesi değildir. Bu güç, nesneye biçim de kazandırır.
İbn Sina metafiziği genelde Aristoteles metafiziği ile Yeni-Platonculuk ve Kelam'ın bireşimidir. Konusu, ilkler ilki, tüm oluşların, yaratışların, varlık bütününün kaynağı olan Tanrı'dır. Tanrı, bütünlüğü nedeniyle nesnelerde, olay ve eylemlerde görünüş alanına çıkar. Varlık vardır, yok olamaz.
Varlık üç bölüme ayrılır:
1- Olanaklı varlık, nesnelerle ilgili değişimin, oluş ve bozulmanın egemen olduğu varlıktır. Bu varlık ortamında görülen ne varsa belli bir süre içinde başlar ve biter.2- Kendiliğinden olanaklı varlık. Olanaklı olmasına karşın, ilk nedenle ilişkilerinden dolayı zorunluluk kazanır. Tümellerin, yasaların bulunduğu evren. Gökkürelerin usları böyledir.3- Kendiliğinden zorunlu varlık, ilk neden ya da Tanrı'dır. Değişmez ve çoğalmaz. Çokluklar ondadır. Tanrısal zorunluluk illkesi tüm yaratılanların da temel ilkesidir.İbn Sina'nın benimsediği tanrıbilim dört ana konuyu içerir; Evren, ötedünya, ahiret, peygamberlik, Tanrı.
Evren yaratılmıştır. Yaratıcı ve varedici Tanrı'dır. O Kelamcılar'ın dediği gibi özgün yapıcı değildir, zorunludur. İlk neden önsüz ve sonsuzdur. Evrenin yaratılması, Tanrı'nın daha önceden varoluşunu gerektirir. Evrenin bütününde yer alan gök katları tanrısal evrenin varlıklarıdır, bunların özleri meleklerdir. Madde dünyasında oluş ve bozulma vardır. Onların tanrısal niteliği yoktur. Bu yaratma olayı da bir fışkırmadır.
Ölüm, tinin gövdeden ayrılmasıdır. Gövdelerden ayrılan tinlerin geldikleri kaynakta toplanmaları insanda ötedünya kavramını oluşturur. Ruh, tinsel bir tözdür, ölümsüzdür. Gövdeye egemendir. Ruh gövdeye girmeden önce etkin usta vardı. İnsana bireyselliğini kazandıran odur. Gövdenin yok olması, ruhun varlığını etkilemez. Dirilme tinseldir.
İnsanları yaratan Tanrı, onlara verdiği özgür istençle iyi ile kötüyü seçme olanağı sağladı. İstenç özgürlüğü, usla utku arasındaki çatışmadan ve ilkinin üstünlüğünden doğar. İnsan elinden çıkan bütün bağımsız eylemler tanrısal kayra ile gerçekleşir. Özgür istenç tüm insanlarda vardır. Peygamberler de bu bakımdan birer insandır. Ancak, onlarda insanların en yüceleri olan bilginlerde, bilgilerde olduğu gibi bir seziş vardır. Bu üstün seziş gücü, kavrayış yeteneği peygamberlerin etkin us ile buluşmalarını, gerçekleri kavramalarını sağlar. Bu üstün güç ve kavrayış vahy adını alır. Üstün anlayış gücü taşıyan melekler, vahyi peygamberlere ulaştırırlar.
Tanrı, özü gereği bilicidir. Kendi özünü bilmesi yaratmayı gerekli kılar. İbn Sina İslam dinine ve Kuran'a dayanarak bilmeyi yaratma olarak niteler. Yaratma eylemi Tanrı'nın kendi özüne karşı duyduğu sevgiden dolayıdır. Tanrı tümelleri bilir. Tikellerle ilgili bilgisi de, tümel nedensellikleri bilmesindendir.
Madde ve biçimin ilişkileri üzerinde bilimleri iç bölümde ele alırlar:
1- Maddeden ayrılmamış biçimlerin bilimi: Doğa bilimleri ya da aşağı bilimler.2- Maddesinden iyice ayrı biçimlerin bilimi: Metafizik, mantık gibi yüksek bilimler.3- Maddesinden ancak zihinde ayrılabilen, kimi yerde ayrı kimi yerde bir olan biçimlerin bilimi:Matematik, geometri, orta bilimler. Zihin bu biçimleri doğru olarak maddesinden soyutlar.Felsefe ise, kuramsal ve pratik diye ikiye ayrılır. Kuramsal olan, bilmek yeteneğiyle elde edilen bilgileri kapsar. Doğa felsefesi, matematik felsefesi ve metafizik gibi pratik felsefe, bilmek ve eylemde bulunmak üzere elde edilen bilgilere dayanır.
İbn Sina, gerek Doğu gerekse Batı filozoflarını etkiledi. Gazali, özellikle, ruh anlayışında ondan etkilendi. İbn Sina'nın deneyci yanı, Gazali'yi kuşkuculuk'a götürdü. Yapıtları 12.yy'da Latince'ye çevrildi, ünü yayıldı. Tanrıbilimci filozof Albertus Magnus, tin ve us ile güçleri konusunda İbn Sina'dan yararlandı.
YAPITLAR (başlıca): el-Kanun fi't-Tıb, (ö.s), 1593, ("Hekimlik Yasası"); Kitabü'l-Necat, (ö.s), 1593, ("Kurtuluş Kitabı"); Risale fi-İlmü'l-Ahlak, (ö.s), 1880, ("Ahlak Konusunda Kitapçık"); İşarat ve'l-Tembihat, (ö.s), 1892, ("Belirtiler ve Uyarılar"); Kitabü'ş-Şifa, (ö.s), 1927, ("Sağlık Kitabı").